Victor Ananias Mart 2011’de yaşam çemberini tamamlayıp aramızdan ayrıldı. Bir öncüydü: İlk ekolojik tezgâhını 1990’da Bodrum’da açmıştı. Onu doğal ürün dükkânları, ekolojik tarımla ilgili tarafların bir araya getirilmesi, Buğday Ekolojik Yaşam Dergisi ve Derneği ile % 100 Ekolojik Pazarlar izledi. O, zamanı genişleterek ve yaşamı okuyarak yolunu çizdi. Yaşamı boyunca sayısız tohum attı.
Yazı: Güneşin Aydemir
Ömür dediğin nedir?
Doğumla ölüm arasındaki yaşamı mı kastederiz ömür derken? Yoksa nefes almaya başladığımız an ile ciğerlerimizi boşalttığımız an arasında kalan zaman mıdır ömür? Yoksa öncesi sonrası var mıdır?
Bir insanın ömrü, bir erkekle bir kadının arzusunda mı başlar daha? Ve sonrasında bedeninde devam eder, ardından da fiziki olarak bu dünyada kendini gösterdiğinde yani doğduğunda da bitmeye mi başlar? Ya da ömür, ölümle mi sona erer?
Bir maddenin, nesnenin, katı bir cismin; ya da bir gıdanın ömrü denildiğinde anladığımız nedir? Kimisi bir kimliğin, bu dünyadaki bedeninde hüküm sürdüğü zamana ömür der, kimisi kabirden sonra adı anıldığı kadar süreye. Kimisi tekrar tekrar bedene kavuştuğunu ruhun, kimisi ölümle karanlığa büründüğüne inanır.
İnsanoğlu bu ya, varoluş biçimi kadar aklı, fikri var. En azından var olan algılarımızla anlayabildiğimiz bu fiziksel hal için kolayca kabul edebileceğimiz bir tanım yapalım: Kavrayabildiğimiz ölçüde, iyilikle doldurmamız (öyle öğütlenir), varoluşa merak dolu gözlerle bakmamız (yapsak iyi olacağı söylenir), bu dünyada payımıza düşeni anlamamız için bize ayrılmış zaman, bu dünyada tanınmış süredir aslında en yalın haliyle ömür.
Victor Ananias, son sekiz yılımın neredeyse bütününü beraber geçirdiğim eşim, 2 Mart’ı 3 Mart’a bağlayan sabah, bu dünyadaki ömrünü, yaşam çemberine girmesine vesile olan annesinin yanında doldurdu ve aramızdan ayrıldı. Cep telefonuma gönderdiği son mesajı: “İyi geceler…” Victor, bir zaman ustasıydı. Yaşamın mekanizmasını, bu konuda yazılmış tek bir kitap okumadan, sadece yaşamı okuyarak çözmüş ve sürekli küçük yaşam denemeleri yapan bir bilim adamıydı. O, zamanın nasıl genişletilebileceğini öğrenmiş bir kişi idi. Zamanın, kendimizi ve dünyayı dönüştürmek için kucağımıza verilmiş, ama sürekli azalan bir kaynak olduğunu tüm matematiği ile kavramış bir kişi idi.
Esas gizem, bize armağan edilmiş bu zamanın ne kadar olduğunu bilemememizde yatar. Bu bir merak konusudur elbet ama öğrenmenin yolu da yoktur maalesef. Ne zaman ve ne şekilde öleceğimizi bilemeyiz. Ne ki, Victor bu bilememe bilgisini de zamanı ve yaşamı anlama yönünde kullanmayı başarmış bir şahsiyettir. O, yaşamda yaptıklarımızla ve yapış şeklimizle ölüm anının önceden hissedilebileceğini ve ölüm şekline niyet edilebileceğini söylerdi. Nitekim insanın doğadan kopmadığı o yitik zamanlarda yaşayanlardan böyle gerçek öyküler işitiriz zaman zaman. Bir insanın düşündükleri ve yaptıklarını tohuma benzetir, tohumun döllenme ve cana kavuşma anının enerjisini kullanırdı Victor. Tıpkı, atılmış iyi tohumların bereketli hasatlara, oradan tekrar güçlü tohumlara dönüşmesi ve bu şekilde yaşam sarmalının devam etmesi gibi, Victor’un attığı bütün iyi düşünme, iyi davranma, iyi söz tohumları da devam edecek. Biz yakınları, onun temas ettiği insanlar, her anımızda, elimize aldığımız her nesnede, tattığımız aşta onu ve onun izlerini göreceğiz ne mutlu ki.
Victor, bu dünyada kendine ömür olarak verilen sürenin her anını yaşamda ustalaşmak için kullandı, kendine verilen zamanı nasıl kullanacağını, bütün sorumluluğunu alarak nasıl kullanacağını kendisi belirledi. Sorumluluğunu alarak diyorum çünkü, çoğu kez bize verilen zamanın sorumluluğunu biz değil başkaları taşıdığı için bir kölelik sisteminde yaşıyoruz. Bu sorumluluk ciddi bir bedel ödemeyi gerektirir. O bu bedeli ödemeye gönüllü idi. Genel eğilimin tersine daha çok ve sağlıklı yaşamak için değil, güzel şekilde ölmek için kendini büyük bir özenle, her an ölüme hazırladı. Dahası bunu yaşamayı çok severek ve herkesten fazla yaşayarak yaptı. Kendi deyimiyle, ölümü “son tatlı lokma” olarak sakladı. Her anı, başladığı işleri tamamlamak, yeni bir işe başlamak için birbirine ekleye ekleye son uykuya daldı. Öyle ki, temas ettiği herkesle ve her şeyle büyük bir özen içinde, o “an”da tastamam ilişkiler kurduğundan ardında hiçbir yarım hesap bırakmadığını düşünüyorum. Bu herkesin gerçekleştirebileceği bir şey değildir.
Ölmeden önce tamamladığı, el yazısı bir metin var Victor’un. Her koşulda bireysel dönüşümün adımlarını açıklıyor orada. Yakında Buğday Derneği çalışmalarında etkisini göreceğiniz o metnin başlangıç cümlesi, bedende ağırlaşan ruhlar için canlanma vesilesi olur diye yazıyorum burada:
“… Temiz bir sayfada ben bugün başlıyorum. Zorlamadan, yarışmadan, karşılaştırmadan, cezalandırmadan, takılmadan, dert etmeden… Test ederek, niyet ederek, elimden geldiğince, tek başıma ve birlikte…”
Bu cümle, Victor’un her gün (her an) yeniden doğduğunun, yeniden ölmeyi kabul ederek yaşadığının en net ifadesi. Zamanı, ne kadar olduğunu bilmeden kullanabilme cesareti! Çoğumuz bu şekilde bir saniye dahi yaşayamayız.
Öldüğünde, herkes “çok gençti” diye ağladı. Oysa oğlu Ali’nin dediği gibi, edindiği zaman ustalığı sayesinde “dört kişilik ömür yaşadı”. Herkesten az uyudu, herkesten çok çalıştı, birim zamanda hepimizden çok iş yaptı. Herkes, “daha yapacak çok iş vardı” diye ağladı. Gözyaşlarınız buna ise ağlamayın a dostlar! Victor’un attığı tohumların yeşermesi, büyümesi, hasatı hepimize yeter de artar bile. İş ki, çürütmeyelim, çöpe atmayalım, sakladığımız yeri unutmayalım!
Ağlayıp dövünecek isek eğer, en gerçek sebep şudur ve doğrudur: Onsuz bu dünya daha az neşeli, daha az bilge, daha az sevgilidir artık, ne yapsak bize dar gelir…
Atlas Dergisi, Nisan 2011 sayısında yayımlanmıştır.
Victor Ananias doğaya adanmış bir yürekti. Bodrum’un ıssız kalmış son tepesinde,kanadı kopuk bir yeldeğirmeninin kıyısında, onun, öyküsünü
rüzgar anlatır.
Ey güzel çocuk... Ey güzel çocuk! Victor isimli iyilik meleği! Seni ancak rüzgar anlatır.