– Türkiye’deki organik ve yeşil akımlarının öncüsü olarak tanınıyorsunuz. Bu konuyla ilgili yaşam felsefeniz nasıl şekillendi?
Yaşamın bir ayna olduğuna inanıyorum, baktığınızda ne görüyorsanız siz osunuzdur aslında. Ben baktığımda kendimi bu felsefenin içerisinde, bu işlere layık olarak gördüm, kendime yakıştırdım, zorlukları birer fırsat olarak kullandım ve bu şekilde attığım adımlar yaşam felsefemi şekillendirdi, şekillendirmeye devam ediyor.
– Sizi bu konuya yönelten herhangi bir olay oldu mu?
Yaşamın kendisi! Doğumumda annemin kanserini doğal beslenme ve yaşamını sadeleştirme yolu ile yenmesinden; Ege’nin köylerindeki çocukluğum, sade ve kendine yeten bilge insanlarla iletişimime kadar çok etken oldu yaşamımda.
– Çocuk yaşlarda başlayan yaşam felsefenizi giderek derinleştirerek “sosyal bir olguya” dönüştürdünüz. Bunu yaparken çıkış noktanız neydi?
Yaşam benim için hep kendimi borçlu hissettiğim bir mucizeler bütünü oldu. Tek tek bireyler ya da toplumun bir kesiminden, belli doğa unsurlarından çok yaşamın bütününe karşı duyulan bir sorumluluk. Bu beni yaratılışın işleyişini anlamaya, teslimiyete ve ona hizmet etmeye itti hep, halen de bu motivasyonum çok güçlü bir şekilde devam ediyor içimde.
– Türkiye’de yeni bir akım oluşturdunuz ve ilk vejetaryen ilk organik konseptilerini Buğday’da birleştirdiniz. Buğday’ın oluşum sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Buğday Derneği ekolojik tarımda olduğu gibi sabırla, emekle, birçok kişi ile birlikte, inançla bugünkü durumuna geldi. Çok küçük başladı, 16 yıl önce küçük bir pazar tezgahında tüketici ve üreticiyi anlamak, değişim potansiyelini görmek adına atılmış bir tohum ilk adım idi. Ardından bir doğal ürün dükkanı, bir bitkisel-doğal beslenme restoranı, yayınlar, toplantılar, işbirlikleri, ekolojik mimari, ekolojik beslenme derken Buğday’ı vareden yüzlerce binlerce insan oluverdi 16 sene sonunda çok farklı şekillerde. Aslında bu akımı; Buğday’da politikalar düzeyinde ulusal ve uluslararası platformlarda, kırsalda, tüketicinin yaşamında gerçekleştirilen bu başarıları oluşturan ben değilim, zamanı geldi, olgunlaştı ve ben katalizör, köprü oldum. Bu konu herkesin içinde, doğasında var olan, bir şekli ile özlemi derinde de olsa duyulan olgular.
– Bu süreç içerisinde üstlendiğiniz misyonu tamamlayabildiniz mi?
Buğday’daki aktif görevimi çok kısa bir süre önce tamamı ile Buğday’ın gerçek ve potansiyel sahiplerine devrettim. Buğday gibi sivil ve demokratik yapılanmalar bir liderin, sosyal girişimcinin gölgesinde büyüyemez, sınırlı kalır bir noktadan sonra. Ben yaşam yolumda Buğday’ı da dışarıdan destekleyerek aynı şekilde imkanlarım ölçüsünde çeşitli alanlarda yeni tohumlar atmaya, yeşertmeye ve hasatları paylaşmaya devam edeceğim inşallah.
– Türkiye’de sizce bu konudaki bilinç nasıl? Ülkemizi küresel ısınmadan nasıl daha az zararla koruyabiliriz?
Küresel ısınma malesef bazen dile getirildiği gibi dünyanın farklı coğrafyalarına farklı etkiler getirmeyecek. Çok kısa bir süre için kuzey ülkeleri avantajlı görülebilir, ülkemiz gibi kuraklık ve fazla ısınma etkisini daha önce hisseden bölgeler dezavantajlı gibi algılanabilir ama gerçek; bütün dünyanın, dünya nüfusunun bu olgudan son derece olumsuz etkileneceğidir. Küresel ısınma ve bir çok doğal kaynağın geri dönüşü olmayan şekilde tüketimi bu gün insanlığı sınıra getirmiştir. Bu olay ülke çapında, bölgesel olarak çözülebilecek boyutu aşmıştır. Biz enerji, su tüketimimizi biraz azaltarak ancak küçük bir erteleme etkisi yaratabiliriz bu soruna. Asıl çözüm Buğday Derneği’nin bir süredir altını çizdiği gibi insanlık olarak, bireyler olarak her alanda, yaşamın her anında, her adımımızda “iklimden hızlı değişmek“! Doğanın, yaşamın bütünlüğüne, yaratılışın ölçülerine yeniden ayak uydurmaya çalışmak, hayal edebildiğimizden çok daha radikal sürekli bir değişim içinde olmak önümüzdeki tek seçenek.
İnsanlık olarak kısa yoldan çözüme çok meraklıyız. Bir çevre örgütü traş olurken şu kadar su gidiyor diye bir uyarı yapıyor, iş neredeyse traş olurken “…şu kadar suyu tasarruf edip dünyayı kurtarabilirsiniz“ boyutuna taşınıyor. Ya sifonlardan her tuvalete gittiğimizde boşalttığımız litrelerce su (bir litresini içine bir şişe koyup kurtarsak dahi)? Arabamızı, evimizi temizlerken, tarım yaparken kimyasallarla zehirlediğimiz sular? İklim değişikliği için toplantılar, konferanslar, bilgi ve bilinç düzeyinin yükseltilmesi yetmez, “bilgelik” unsurunun tekrardan yaşamımıza girmesi, hakim olması gerekiyor bu noktada.
– Kişisel olarak beslenmede de radikal yeşilci misiniz?
“Radikal yeşilci”nin tam anlamını bilmiyorum ama ben dünyada bu kadar açlık ve kaynak sıkıntısı varken çok daha fazla kaynak ile üretilen hayvansal ve kimyasal gıdaları tüketmiyorum. Mümkün olduğunca ekolojik, doğal, çok uzaktan gelmeyen, lezzetli bitkisel gıdalar ile beslendim yaşamım boyunca, öyle devam ediyorum. Bu beslenme tarzı hem etik olarak doğru bulduğum bir uygulama hem de beden-zihin-ruh sağlığıma iyi geldiğine inanıyorum. Çevre açısından ise tartışmasız çok daha sürdürülebilir bir yöntem.
– Evinizden eksik etmediğiniz doğal ürünler hangileri?
Kendi zeytinliğimizden ürettiğimiz zeytin ve zeytinyağı çeşitleri, tam ekmek, peksimet, tam pirinç, bol miktarda mevsimin meyve ve sebzeleri, diğer tahıl ve bakliyatlar, susam, deniz tuzu, pekmezler, çeşitli baharat ve bitkiler.
– Sizin özel hayatınızda doğayı korumaya, ona daha yakın bir yaşam sürmeye ve kişisel olarak çevreye katkı olarak değerlendirdiğiniz uygulamalarınız var mı? Sizin uyguladığınız başkalarına da tavsiye edeceğiniz neler olabilir?
Ben bütün yaşamımı uzun süredir tamamı ile her an elimden gelenin en iyisini yapmaya adadım bu anlamda. Bunun ölçüsü, sınırı, örnekler üzerinden tarifi yok. Her an attığım adımlarda yapabileceklerimi yeniden gözden geçiriyor, bütün yaşamın hayrına nasıl bir adım tanımlayabileceğime yeniden bakıyorum. Yaşam değişken, bütün öğelerin birarada hareket etmesi ile ilerleyen bir süreç. Tek formül onu iyi anlamak, döngülerine, gerçeklerine teslim olmak ve yaşama “karşı” değil onunla “birlikte” adım atarak ilerlemek.
Ben toprak ile bağımı kopartmıyorum, yaşamımı en az kaynağı kullanacak şekilde sürekli gözden geçiriyorum. Derin nefes alıyorum, iyi besleniyorum, attığım her adımı ileride çimlenecek bir tohum olarak görüp ona göre ayarlıyorum kendimi. Bu formül şehrin göbeğinde bir gökdelende bilgisayar önünde teknolojiye boğulmuş haldeyken de geçerli, köyde bir zeytin ağacının gölgesinde oturup bir karıncayı izlerken de benim için. Bu modeli herkese tavsiye ederim…
Victor Ananias doğaya adanmış bir yürekti. Bodrum’un ıssız kalmış son tepesinde,kanadı kopuk bir yeldeğirmeninin kıyısında, onun, öyküsünü
rüzgar anlatır.
Ey güzel çocuk... Ey güzel çocuk! Victor isimli iyilik meleği! Seni ancak rüzgar anlatır.